Konuyu sistematik olarak düşünmeyenler, Kur’an’ın nasıl korunduğunu bilmeyenler bazı detayları gözden kaçırıyorlar.
• Hz. Peygambere vahiy yoluyla ayetler ezberletiliyordu. (İnancımız gereği bunu kabul ediyoruz)
• Hz. Peygamber vahiy katiplerine şahitler huzurunda vahy edilen ayetleri yazdırıyordu.
• Yazılan ayetler Hz. Peygambere tekrar okunuyor ve kontrolü yapılıyordu.
Vahiy katiplerinin iki önemli görevi vardı.
(Bu görevlerin detayları gözden kaçırılıyor)
1- Hz. Peygamberin ayet olarak söylediklerini ŞAHİTLER ÖNÜNDE YAZMAK ve Hz. Peygamber talimatıyla AYETLERİ SIRASINA KOYMAK, YERLEŞTİRMEK.
2- Şahitler önünde yazılan ayetlerden oluşan şahitli vesikayı SAKLAMAK, KORUMAK.
Vahiy katipleri, Hz. Peygamberin talimatıyla şahitli vesikalardan, çevresindekilerin kullanması için nüshalar oluşturuyorlardı. Bu şekilde oluşturulmuş Hz. Peygamberin elinde biriken sonraları Mescid-i Nebevi Mushaf’ı olarak anılacak bir nüsha vardı. Bu Mushaf’tan Prof. Dr. İsmail Yakıt, “Hz. Peygamber’i anlamak” adlı kitabında bahsetmiştir. (Sayfa 97 – 102)
Bu nüsha vahiy katiplerince Peygamberimiz için hazırlanıyordu. Her şahitli nüshanın bir kopyası Peygamber için yazılıyor ve Peygamberin elinde biriktirilen nüshada sırasına koyuluyordu. Her sene Ramazan ayında Cebrail as. ile Peygamber arasında yapılan mukabelede bu nüsha kullanıldığını tahmin etmek hiçte zor değildir. Ayrıca, Vahiy katipleri şahitli vesikalardan hafızların kullanması için de nüshalar hazırlıyorlardı. Hafızlar bu nüshalardan ayetleri ezberliyorlardı. Her inen ayet Hz. Peygamber tarafından ezbere bilindiği gibi, hafızlar tarafından da ezberleniyordu.
Hafız kelimesi: Arapça ḥfẓ kökünden gelen aynı anlama gelen ḥāfiẓ حافظ sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça ḥafaẓa حفظ “korudu, sakladı” fiilinin failidir. hıfz maddesine bakınız.
Açıklamadan da anlaşılacağı gibi Hafız kelimesi direkt olarak koruyan ve saklayan anlamına gelir. Yani hafızlar, Kur’an’ı korumak, yani değişmesini engellemek maksadıyla ezberlediklerini biliyorlardı. Ezberlemelerinin direkt olarak amacı buydu. Hafızlık Kur’an için söz konusudur, dolayısıyla Hafız, kelimenin tam anlamıyla ezberinde Kur’an’ı koruyan, saklayan demektir.
Kur’an’ın korunmuşluğuyla ilgili bir konuyu
Hafızlık ve Vahiy Katipliği müesseselerini göz ardı ederek ele alamazsınız.
Görüldüğü gibi Kur’an’ın korunması adına iki unsur Hz. Peygamber tarafından ihdas edilmiştir:
1- Vahiy Katipliği müessesesi (Şahitli Vesikaları oluşturma, saklama ve koruma görevleri)
2- Hafızlık müessesesi (Kur’an’ı sure ve ayet sıralarına göre kelime – kelime ezberleyerek koruma ve gelecek nesillere aktarma görevi)
Öncelikle tabloyu çok kısa, özet olarak ortaya koydum, şimdi kısaca detayları vereceğim.
Kur’an’ın 22 küsür senelik oluşumu esnasında vahiy katiplerinin Hz. Peygamber talimatıyla hafızların ezberlemesi için oluşturdukları nüshalar olacak, Hz. Peygamberin öğretmesi esnasında sahabe tarafından alınan notlar ile oluşturulan nüshalar olacak, Peygamberin elinin altında kendi nüshası olmayacak?!! Bu düşünülecek bir şey midir, bu mantıklı mıdır?
Hz. Peygamber tabi ki kendine bir nüsha düzenletiyordu ve o nüsha surelerin ve ayetlerin sırasını gösteriyordu. O nüshanın böyle bir işlevselliği vardı. Her sene Ramazan ayında gerçekleşen mukabelelerde bu nüshanın kullanıldığını düşünüyorum. Ayrıca vahiy katiplerinin çoğalttığı her kopya tabi ki Hz. Peygamberin bilgisi dahilinde ve hatta talimatıyla, yapılıyordu. Aksi düşünülebilir mi?!!
Burada gözden kaçan husus şudur; Vahiy katiplerinin şahitli vesikalardan oluşturdukları nüshalar, kopyalar şahitli değildi. Şahitli vesikalar; direkt olarak Hz. Peygamberin ağzından şahitler huzurunda ayetlerin yazılmasıyla oluşan, birincil kaynak vasfına sahip belgelerdi. Bu iki olguyu iyi anlayalım. Bu noktaya iyi konsantre olunuz.
Peki olay nasıl gelişti: Vahiy katiplerinin sayısı 42’ye kadar çıktığını biliyoruz. Bu da bize her kâtibin Kur’an ayetlerinden bir bölümünü yazdığını, yükün eşit olarak dağıtıldığını, görevin yayıldığını gösteriyor. O tarihlerde buldukları dokümantasyon malzemeleri çok daha kaba ve korunması, saklanması ve taşınması zor malzemelerdi.
Düzgün deriye veya işlenmiş deri olan parşömene yazılmış bütün bir nüshanın 80 kg geldiğini düşünürsek.
Vahiy katiplerinin ellerindeki malzeme çok daha kaba olduğu için korunmasının, saklanmasının ve taşınmasının çok daha zor olduğunu anlayabiliriz. Bundan dolayıdır ki, vahiy katiplerinin sayısı arttırılmıştır. Vahiy katipleri şahitli vesikaları kendi yanlarında saklıyorlar ve koruyorlardı. Bu Kur’an’ın korunması için düşünülmüş bir önlemdi. Şahitli vesikaların hepsinin bir arada bulunması birçok yönden tehlike arz ediyordu. Düşmanlarının vesikaları imha etmesi, taşıma ve koruma zorlukları v.s.
Hz. Peygamber’in vefatı esnasında durum bu şekildeydi. Hz. Peygamberin yanında bir nüsha vardı. Bu nüsha tamamlanmış, sureleri ve ayetleri sırasına göre dizilmiş, tamamen her şeyiyle bitmiş bir haldeydi.
Peki o zaman;
• Hz. Ebu Bekir’in yaptığı şey neydi?
• Neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuldu?
• Hz. Ebu Bekir’in “Hz. Peygamber’in yapmadığını ben yapmam” dediği, çekindiği şey neydi?
• Hz. Peygamber ne yapmamıştı, bir şeyi eksik mi bırakmıştı?!!
Hemen söyleyeyim, Hz. Peygamber hiçbir şeyi eksik yapmamıştı, eksik kalan bir şey yoktu. Her şey tamamlanmıştı. Fakat konu iyi anlaşılamıyor, neden? Çünkü konuyu aktaranlar bazı detayları önemsiz buldukları için aktarmıyorlar, açıklamıyorlar.
Geleneksel görüşün detaylarını burada vermiyorum, birçok kaynaktan elde edebilirsiniz. Ben burada benim kaynaklardan okuduklarımdan, izlediklerimden edindiğim bilgileri ve bu bilgilerden çıkardığım sonuçları aktarıyorum.
Hz. Ebu Bekir vahiy katipliği müessesini sonlandırmıştır ve resmi kabul görecek olan nüshayı, şahitli vesikalardan yine şahitlerin önünde, usulüne uygun olarak herkesin kabul edeceği, hiçbir itirazın olamayacağı ve birincil kaynak vasfı taşıyacak şekilde oluşturmuştur. Bu nüshaya Suhuf Mushaf’ı denilmiştir.
Burada yine gözden kaçırılan bir noktayı açalım.
Yukarıda vahiy katiplerinin görevlerini belirtmiştim. Hz. Peygamberin vefatıyla vahiy gelmesinin bittiği kesinleşmiş oldu. Vahiy katiplerinin görevlerinden olan, Şahitli Vesikaların oluşturulması görevi son buldu, fakat bu vesikaları saklama ve koruma görevi devam ediyordu. İşte kaçırılan ince nokta burasıdır. Hz. Peygamber vahiy katiplerinin bu görevlerini sonlandırmamıştı. Yani vahiy katiplerinin ellerinde bulunan şahitli vesikaları toplatmamıştı. Hz. Ebu Bekir’in çekindiği “Hz. Peygamber bunu yapmadı ben nasıl yaparım” dediği şey budur.
Peki bu vesikaların toplanmasına ihtiyaç var mıydı?
Hz. Peygamberin bıraktığı nüsha vardı zaten, hatta hafızların kullandıkları tamamlanmış diğer nüshalar da vardı.
Hz. Ebu Bekir Peygamber eğitiminden geçmiş, olayları iyi değerlendiren biriydi. Kendisi ilk vahiy katiplerindendi. Konuyu gayet iyi biliyordu. Aynı şekilde Hz. Ömer de. Konuyu gayet iyi biliyorlardı, olayların nereye gideceğini, eğer doğru hareket etmezler ise nasıl sonuçlar çıkacağını gayet iyi biliyorlardı. Ellerinde Hz. Peygamberin bıraktığı nüsha olmasına rağmen, şahitli vesikaların birincil kaynak vasfını taşıdığını gayet iyi biliyorlardı. Dolayısıyla geleneksel görüşte anlatıldığı gibi, Zeyd bin Sabit liderliğinde bir komisyon kurdular, bütün şahitli vesikaları şahitleriyle beraber komisyon huzuruna çağırdılar, yine şahitler huzurunda bütün vesikalar yenilendi, ayrı ayrı hafızlar tarafından okunarak hepsinin ortak onayı alındı, yine birincil kaynak vasfı taşıyan resmi nüsha oluşturuldu. Vahiy katiplerinden toplanan şahitli vesikalar bir daha onlara geri verilmedi ve vahiy katipliği müessesesi sonlandırılmış oldu. İşte bu şeklide Kur’an’ın iki kapak arasında toplanmış, yine şahitler huzurunda, hafızların denetiminden geçen, birincil kaynak vasfına sahip, kimsenin itiraz edemeyeceği nitelikte bir nüshası oluşturuldu. Yapılan olay buydu.
Bu arada Suhuf Mushafı oluşturulurken, hafızların çok iyi bilmelerine rağmen, Hz. Peygamber’in bıraktığı nüshadan sure ve ayetlerin sırasının kontrol edildiğini düşünüyorum.
Bilindiği üzere Suhuf Mushaf’ı Hz. Ebu Bekir’den sonra Hz. Ömer’e ve ondan da kızı olan Hz. Hafsa’ya koruması maksadıyla verilmiş.
Hz. Osman Mushaf’ı. Hz. Osman’ın yaptığı neydi? Neden gerekli oldu?
Hz. Osman zamanında İslam coğrafyası bugünkü Libya’dan Özbekistan’a kadar yayılmıştı. Kur’an’ın yakın civardaki kabileler tarafından anlaşılmasını kolaylaştırmak için Hz. Peygamber tarafından verilen ruhsat ile diğer Arap lehçelerindeki yazılan Mushafların geniş coğrafyada sorun olduğunu gören Hz. Osman bu Mushafları toplatmış, değiştirilmiş kelimeleri yeniden şahitler önünde bir komisyon eliyle Hz. Peygamberin konuştuğu, vahyin orijinal kelimeleri olan Kureyş lehçesine çevirmesi, sure ve ayet sıralamasını, kelimelerin doğruluğunu hafızların kontrolü sonrasında Hz. Ömer’in kızı Hz. Hafsa’da bulunan birincil kaynağa göndererek kontrolünün yapılması sonucunda yeni Resmi Mushaf oluşturulmuştur. Oluşan yeni resmi Mushaf Hz. Osman Mushafı olarak adlandırıldı. Kopyalanarak genişleyen coğrafyanın önemli merkezlerine gönderildi.
Bu kopyalardan yazılan, tabi ki hafızların (ezberlerinde Kur’an’ı koruyanların) denetiminden geçen Mushaflar günümüze ulaşmıştır.
Taşkent Mushafı, Topkapı Mushafı, Yemen Mushafı, …
Detay bilgi için, Sn. Bülent Şahin Erdeğer’in yazılarını tavsiye ediyorum:
1- Hz. Muhammed ve arkadaşları Kur’an’ı nasıl korudular?
2- Elimizdeki Kur’an Hz. Muhammed’in yazdırdığı Kur’an mıdır?
3- Antik metinlerin hangisi ne kadar sağlamdır?
Selamün Aleyküm
Neml süresi 65.ayeti inşae Allah günde onlarca defa okuyalım
El-Neml 27:65
قل لا يعلم من في السموات والأرض الغيب إلا الله
De ki:Bilemez
Göklerde ve yerde olanlar
Gaybı
Ancak Allah
إذا جاء نصر الله والفتح/تبت يدا ابي لهب وتب